2022/10/10

Sosyal Medya Boşluğu

Sizde de oluyor mu? Gerçi bu yazıyı okuyorsanız veya yazdıklarıma baktıysanız o boşlukta değilsiniz. İyi bir şey değil sosyal medya bağımlısı olmak; kolay bir şey de değil, bağımlılıktan kaçmak, alışkanlıkları bırakmak.

Ben yakın zamanda Twitter'ı bıraktım. Sebebi ise özel değil, sadece çok bağımlılık yapmıştı. Her gün her saat bakıyorsunuz. Bildirimler geliyor, yorumlar yazılıyor ve geri dönüş de yapmak zorundasınız. Benim hafta içi işlerimin yoğun olması, haliyle işteyken de bakamamam, akşamları listelere de bakmak ve gerekenleri yapmak da zamanımı oldukça alıyordu. Hafta sonu da hemen hemen aynı olunca Twitter'a ayırdığım vakit saatleri alıyordu. Her şey bir yana aileme vakit ayıramıyordum, elimden telefon düşmüyordu. Bu nasıl bir bağımlılıktır?

Twitter'da amacım sadece etkişileşim yapmaktı. Boş-beleş Twitter'da çalışıyor gibiydim. İnterneti "aktif" kullanıp da gelir elde etmeyen veya edemeyen kişilerden sadece biriyim, belki de tek kişiyimdir. Fenomen değildim; ama kendimce iyi bir profil ve çevre oluşturmuştum. Gerçek çevremdeki kişiler artık "Kazancı var mı?" diye sormaya başladı. Kazanç falan yok tabi, olmaması da gerekiyor; çünkü ben sadece insanlarla etkişilem içinde olmayı tercih ediyordum. Buradaki amacım ise kazanç elde etmek değil, bir bakıma denemek istiyorum.

Her şeyin fazlasını istemem ben; ama gerçekten vakit bakımından Twitter'da sınırımı aşmıştım. Kimseye bir yanlışım olmadı, olamaz da. Sadece gerçek kişiliğimle ile değil de sanal kişiliğimle karşılarındaydım. Her gün bir şeyler yazıp etkileşimde bulunmaktansa burada aklıma estiğince yazmayı ve kendime özel sanal dünyayı burada gerçeklerle ve aklımdan geçenlerle doldurmak istiyorum; tabi ki vakit buldukça...

2016/05/15

Şampiyon Beşiktaş

Ve resmen şampiyon Beşiktaş!

2015-2016 Hasan Doğan Sezonu Spor Toto Süper Lig şampiyonu Beşiktaş oldu. Osmanlıspor'u 3-1 yenerek rakibinden istediği puanı alan Beşiktaş, sezonun bitimine bir hafta kala şampiyonluğunu ilan etmiş oldu.

Son birkaç sezondur yapılanma içerisinde olan takım, nihayet hak ettiği kupayı almaya hak kazandı. Takım özellikle son sezonlarda lig maratonuna iyi başlayıp sonunu getiremiyordu. Ama bu sezon teknik direktör Şenol Güneş ile Mario Gomez ve Ricardo Quaresma gibi yıldızların transfer edilmesiyle güçlü bir takım özelliğine kavuşan takım, iyi ve göze hoş gelen futbol ile taraflı ve tarafsız herkesin beğenisini de kazanmış oldu.

Son 3 sezondur yapılan Vodafone Arena stadının inşaatı ile her maçını deplasmanda gibi oynayan Beşiktaş, yeni stadının açılışı ile bambaşka bir havaya da büründü. Deplasman maçlarında rakiplere karşı kazandığı oyun üstünlüğünü Vodafone Arena stadındaki o muhteşem atmosfer ile kendi sahasındaki maçlara da taşıyan takım bu sezon şampiyonluk kupasını da kendi stadında kaldıracak.

Beşiktaş'ın son sezonlardaki iyi başlangıçlarının şampiyonlukla sonuçlanmamasının ardından bu sezon da özellikle çoğu Beşiktaşlının da aynı düşüncede olduğunu, takımın sezonu şampiyonlukla tamamlayamayacaklarını düşünüyorlardı. Ama bu sene sahalarda bambaşka bir takım vardı. Özellikle sezonun ilk yarısındaki Fenerbahçe ve Galatasaray derbi maçlarının kazanılması, bence şampiyonluğun en önemli sinyallerindendi. Defans hattımızda bir türlü sağlanamayan istikrara rağmen hucüm hattındaki pozisyon ve gol üretkenliği ile mutlu sona ulaşmış olduk.

Tüm futbol etmenlerine, kısacası her şeye rağmen şampiyonluğu ilan eden takımımı kutlarım.

ŞAMPİYON BEŞİKTAŞ

2016/02/21

Blog Yazamamak

Neredeyse 1,5 yıldır hiçbir yazı yazmamışım bloguma; ama blogumdaki müzik listemi her zaman güncel tutmaya çalıştım. Burası benim için, fırsat buldukça, aklımdaki herhangi bir konudan bahsederek yazı yazabileceğim en iyi yerdir. Nedense burayı son zamanlarda biraz boş bıraktım.

Yazar olmak gibi bir niyetim yok. Yazmayı da pek sevmem aslında; amacım sadece bir nevi kendime dair kalıcı bir şeyler bırakabilmek. Zaten başka bir amacım olsaydı, yorumcu veya takipçi kazanmak için elimden geleni yapardım. Takdir edilmek, herkesin istediği bir duygu olsa da benim niyetim hiçbir beklenti olmadan sadece yazmak ve paylaşmaktır.

Kendime "Madem ki bir blogun var neden yazmıyorsun ki?" diye sorarken yazı yazma ihtiyacı hissediyorum çoğu zaman; ama bazen de hem vakit ve fırsat bulamayınca hem de yazacak adam akıllı konu bulamayınca blogumu silmeyi bile düşünüyorum. Sonunda da 'bu benim dünyam ve eserim' olduğunu düşünerek silmekten vazgeçiyorum.

Umarım bundan sonra buraya (140 karakterli Twitter'dan) daha çok vakit ayırarak yine kendi düşüncelerimi paylaşırım...

2014/09/06

Depremi Hissetmek

1998 yılında yaşamış olduğumu depremi birkaç gün önce tekrar yaşadım. Tam 16 yıl önce Adana'da yaşamış olduğumuz depremi yeniden hatırladım. O zamanki 6,2 büyüklüğündeki depremin hasarı ve şiddeti daha fazla olmasına rağmen bugün de çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Çünkü o günkü 6,2 büyüklüğündeki depremin artçı sarsıntıları da vardı. Bunlardan hatırladığım; sadece birinin 4,4 büyüklüğünde olması ve Adana'daki evimizden çok büyük bir gürültü ile hissedilmesiydi. Sanki apartmanın bodrumunda birileri delici makinası ile iş yapıyordu. Sonra depremin durması ile kendimizi evden dışarı atmıştık ve birkaç gün yolun karşısında yapılmakta olan binanın içinde ve çervesinde kalmıştık. Merdivenlerden korkuyla ve hızlıca indiğimizi hatırlıyorum. Arada korkuyla bile olsa bazen evlerimize girip hemen çıkıyorduk.

Dün gecenin (05/09/2014) daha ilk saniyelerinde Karaman'daki evimden Akdeniz'de yaşanan 5,2 büyüklüğündeki depremi hissedince kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı. İlk başta deprem olduğunu anlayamamıştım. Sonra oturduğum yerde durup dinlemeye başladım. O an uyusaydım belki de hissedemeyecektim; ama bir kez daha o duyguyu yaşadım ve hatırladım.

Sanırım yaklaşık 1 dakika süren deprem aralıklarla vurmuştu. Kendim sallanıyordum; fakat sallantının şiddetini ölçmek için ahizeye bakmak istedim. Ancak odada ahize olmayınca o şiddeti odadaki çiçeklerinin yapraklarına bakarak kendimce onayladım. O an ayağa kalkıp da sokağa bakamadım; amacım dışarı bakıp bir şeylerin sallandığını görmekti. Yine de durup depremi hissetmeye devam ettim.

Aralıklarla vuran deprem verilere göre Akdeniz'in yaklaşık 25 km derinliğinden gelmişti. Büyüklüğü 5,2 olan açıklanan depremi ben belirli aralıklarla hissedebildim. Deprem sıklıkla vurmuş olsaydı, şiddetinin ve acısının daha fazla olacağını tahmin edebiliyorum. Çünkü; sanki duruyor ve tekrar başlıyordu. Daha sonra internetten "son depremler" kelimelerini aratıp depremin "gerçekliliğini" ve verilerini teyit edip öğrenmiş oldum. Daha sonra da yine Akdeniz'de artçı depremlerin olduğunu gördüm.

Bu son deprem bana hayatın gerçeklerini tekrar hatırlattı. Deprem aralıklarla değil de sıklıkla ve daha şiddetli vurmuş olsaydı belki doğal afetin tam da kendisini yaşayabilirdik. Çok şükür ki öyle bir şey yaşamadık; ama bu, yaşamayacağız anlamına gelmez. Yerkürede olup bitenleri ve bitecekleri daha önceden bilemeyeceğimiz gibi bu afetlere önlem alamayız da.

Bir ara da yine bir yaz günü babaannemin Osmaniye'ye bağlı Bahçe adlı ilçesindeki evinde kalıyorduk. (Yanlış hatırlıyor olabilirim; sanırım yaşanan 1999 yılı ve İzmit depremiydi.) Sabah kalktığımızda evde ne elektrik vardı ne de telefon çalışıyordu. Sonra öğrendik ki bu kesintilerin sebebi o depremdi.

Adana'da, İzmit'te ve hatta Van'da yaşadığımız ve şahit olduğumuz depremlerin sonuçlarını hepimiz biliyoruz. Bu doğal afetlerin sonucunda birçok insan hayatını kaybetti. Bu Akdeniz depremi de bana o an "acaba" dedirtti...

2014/01/19

Sil Baştan

Güzel bir uykudan uyanmış gibiyim. Güzeldi; ama içinde kabuslar da vardı. Biraz şans, biraz gerginlik, biraz popülarite, biraz işkoliklik, biraz da kariyer vardı benim rüyalarımda. Ama şu an hiçbir şey bitmiş değil; aksine her şey yeniden başlıyor. Üzüldüğüm nokta da bu aslında. Deyim yerinde ise kariyer "sil baştan"...

Daha önce hiç gelmediğim, yolunu bile bilmediğim, tanıdık kimsenin de olmadığı bir yeri kariyer yolunun başlangıcı olarak seçtim. Aslında ilginç olanı, bilmediğim bir mesleği icra etmek için memleketten uzakta bir yeri seçmiştim. Özellikle kamuda değil de özel sektörde çalışacaksanız işiniz daha da zor oluyor. Ama ben kendi çalışkanlığıma ve zekama güvenerek bir yerden işe koyulmak adına seçimimi yapmıştım. İlk zamanlarda şans benim yanımda olsa da adil bir şekilde yükselme fırsatını yakaladım. Bilinçsiz bir şekilde çalışma hayatını öğrenirken aynı zamanda şehri de öğreniyordum. Bu kısa süre zarfında, şehrin insanlarını ve çevresini çoğu hemşehrimden daha iyi analiz ettiğimi düşünüyorum. Kendime iyilik yaparak kendimi geliştirdim sadece. Bu yüzden kendimi artık daha donanımlı biri olarak görüyorum.

Gelen gideni aratırmış gerçekten. Öğrendim ki iş biraz da lider(!) olan yöneticide bitiyormuş. Sen ağzınla kuş tutsan da hak etsen de tamamen ipler başkalarının elinde. Hayatım ve kazanımım iki dudak arasında ve bu dudaklar için bahane bulmak sanıldığı kadar zor da değil.

Defans oynarken menajerim beni kaleye aldı. Neymiş efendim, maç oynarken takım içerisinde değişiklik olabilirmiş. Peki ama neden geri hizmet? Neden ben? Ben "Allah izin verirse", ola ki terfi sınavımı kazanırsam bazı şeyleri aslında çoğu şeyi hak etmiş olacağım. Peki o zaman nasıl bakacaksınız insanların yüzüne? Hiçbir şey denemeden, şans bile vermeden beni geriye alamazsınız. Bu şekilde beni kaybeder ve saf dışı bırakırsınız; farkında mısınız? Bu anlamda dolaylı olarak kendinize de zarar verdiğinizin umarım farkındasınızdır. Ben kendimi, kırmızı kart görmüş bir kalecinin yerine maç sonuna kadar kaleye geçen oyuncu gibi görüyorum. Aslında kaleciliği bilmem. Olur ya belki bir iki kurtarış yaparsam alkış toplarım, beğenilirim. (Çok da umurumdaydı.) Bana "kaleye geç" veya "geçmezsen (alttan alttan) dışarı çıkabilirsin" denildi. Aslında takımın çalışkan oyuncusu, en çok koşan oyuncusu artık kaledeydi. Ben kalede oynamak istemiyorum; ama bu saatten sonra yapacak bir şey yok. Para kazanmak zorundayım ve maç sonuna kadar kalede durmak, şu an için yapılacak en olumlu davranış olacak belki de. Bunları düşünürken aslında bir şeyi unutuyorsunuz. Takımın düzenini bozarken aynı zamanda oyuncuları birbirine küstüyorsunuz ve en önemlisi de ileriyi düşünemiyorsunuz. Hazır elinizde frikik ustası oyuncunuz var iken siz serbest vuruşu ona kullandırmayarak başkasına attırmak ister misiniz? Profesyonel düşünürseniz, hak ettiğiniz yerde değilseniz aslında maç sonunu bekleyerek daha verimli olacağınız bir takıma gitmeyi düşünebilirsiniz. Aklınızda artık gol atmak, faydalı olmaktan çok günü kurtarmanın planları vardır. Fırsat kollamaya devam ederek süreklilik arz eden, işinizi yaparken daha mutlu olacağınız takıma geçmeyi planlarsınız. Profesyonel iş hayatı işte.

"Adalet; sevmesen de hak edene hakkını vermektir. Adalet; sevsen de hak etmeyene hakkını vermemektir. Dünyanın malını, servetini bir yere koysalar, bir insanın kalbini bir yere koysalar, biz o insanın kalbini tercih ederiz." Ne güzel söylemiş büyüğüm. Aslında konuyu özetlemiş benim için.